11/22/2010

öykü: tarçın kokusu / ipek nil*



Önce sofrayı hazırlamalıydı. Bu hayatının en önemli günüydü  hayatımın en önemli günü ne acaba? galiba düşünmemişim bunu, kötü anlamda biliyorum da iyi anlamda?.. sofra da ona göre olmalıydı. Sarı toz bezi ile masanın tozunu aldı. Çekmeceden beyaz masa örtüsünü çıkardı. Masanın üstüne serdi. Ütü izlerinin doğru yerlere gelmesine dikkat etti. Sonra camlı dolaptan tabaklarını çıkardı. annemin sarı fincanları var geçen gittiğimde annemden istedim onları. boş boş baktı bana "ne yapacaksın o eski püskü şeyleri dermişçesine! Kaç tabak olması gerektiğini bilmiyordu. Sevdiği kaç insan varsa o kadar tabak koyacaktı. Kaç kişiyi seviyordu? İki elin parmakları kadar değil, bir elin parmaklarından biraz fazla belki. Altı, yedi, sekiz? Bu bir şölen sofrası olacaktı. Daha kalabalık olmalıydı. Eskiden sevdiği ama artık yaşamayanlar için de birer tabak koysa mıydı? Belki sevdiğini henüz bilmediği insanlar da vardı. Sevip, sevdiğini unuttuklarını da eklerse eklemeyebilir belki onları, kimbilir? sofra kalabalıklaşacaktı. Tabakları yerleştirdi. Şarap bardaklarını, su bardaklarını, beyaz kolalı peçetelerini, gümüş çatal bıçakları, küçük cam tuzlukları da özenle yerlerine koydu. Sofra hazır sayılırdı. Pencerenin önündeki koltuğa oturup bir sigara yaktı ve doğmak üzere olan güneşi beklemeye başladı. Sabahları sevmezdi ama bu çok önemli günde bazı şeyler farklı olmalıydı. Bir yandan da yemekleri düşünmeye başladı. Her sevdiğine en sevdiği yemek. Bir tarafta ıstakozlar haşlanırken diğer tarafta tavuklar, tavşanlar hazırlanacaktı. Balıklar temizlenirken et çoktan pişmeye başlamış olmalıydı. Kerevizler, havuçlar, pancarlar, soğanlar, soyulacak doğranacak. Ispanaklar, pazılar, maydanozlar, salatalar yıkanacak. Mantarlar temizlenecek. Patatesler soyulup doğranacak. Hamur yoğrulurken fırındaki et ihmal edilmeyecek. Mayonez de dikkat ister. Tatlılar için şeftaliler, elmalar soyulup, erikler doğranacak, limon kabukları rendelenecek, yeni hamurlar yoğrulup kremalar hazırlanacak. Pişen yemeklerin kokusuna vanilya kokusu karışacak. Koku deyince burnuna fırında kızaran kazın kokusu gelir gibi oldu. Patatesleri kazın yağında kızartmalıydı. Çilekler yıkanmış mıydı? hmmmm!
Biraz uyuklamıştı galiba. O arada güneş doğmuştu ve görememişti “büyük bir kayıp” değildi. Ne çok şeyi beklemişti ve göremeyip kaçırmıştı bugüne kadar. hangimizin başına gelmedi ki bu?
Sofrada güzel ekmekler olmalıydı. Taze ve çeşitli ve mis gibi kokan. ben hep babamı düşünürüm mis gibi emek kokusu denince; biz küçükken "peksimet ekmeği" vardı, o erkenden fırına gider alırdı bizim için.. uyandığımızda mis gibi kokan ekmeklerinden yerdik! Sürahilere şekerliymişçesine tatlı sular dolduracaktı. Şaraplar kadife gibi yumuşak... İlk yudum içenleri kaşmir bir şal gibi saracaktı. Arkalarına yaslanıp bir an için gözlerini kapayacaklardı.
Kapı çaldığında gelenleri tarçın kokusu karşılayacaktı. Kapı ne zaman çalacaktı? Tarçın kokusu hazır olmalıydı. Ardından sırayla diğer kokular gelecekti ve herkes sadece en sevdiği yemeğin kokusunu duyacaktı. Tarçın kokusu anlık bir şaşırtmacadan başka bir şey değildi aslında. Şaşırtmayı seviyordu. Hepsi gelir miydi acaba? Bugünün “önemli gün” olduğunu bilirler miydi? Bugün sevildiklerini öğreneceklerdi.
Ne zaman çalacaktı kapı? Çalacak mıydı?
Üşüyordu. Denizden tuz kokulu serin bir rüzgâr esiyordu. Simsiyah gökyüzünden yıldızlar yağıyordu. Uzandığı tahta şezlong sert ve rahatsızdı. Şalına sarındı.
Gökyüzüne baktı. Sanki içi yıldız dolu bir balon patlamış gibiydi. Pırıl pırıl ama sivri, keskin uçlu. Can acıtan. Onlar mıydı bu kadar canını acıtan? Gözlerini yakan denizin tuzu gibi? Çakıllara küçük dalgalar vuruyordu. Rüzgâr serin değil soğuktu. Buz gibi. Yaklaşan ayak seslerini duydu. Sevdiği adamın ayak seslerine benziyordu. O muydu? Çakılın üstünde hafifçe yürüyen, ona topladığı deniz taşlarını getiren.
Adam ve kadın çakılların üstünde yürüyorlardı. Kadın yere bakıyordu, çakılların arasında güneşte parıldayan yeşil şişe parçalarına, deniz kabuklarına, sivri uçlu kırık yıldızlara. “Ne kadar güzel, parlak bir gün” dedi. “Sahil kışın ne kadar boş. Hiç kimse yok. Tek bir kişi bile. Yazdan kalma tahta bir şezlong bile yok. Çok garip, havada tarçın kokusu var.”   ..çok garip, havada o'nun kokusu var!

*by ipek nil
kitap-lık
Sayı: 139 / Haziran 2010

3 yorum:

  1. Güzel olmuş ma'lady be!

    YanıtlaSil
  2. orjinal öyküyü incitmemeye çalıştım, sadece öpücükler kondurdum :)

    beğenmene sevindim aslıcım ;)

    YanıtlaSil
  3. haa ben de sandım ki hem yazdın hem öptün,
    ne yaptıysan iyi olmuş işte:)

    YanıtlaSil

daha önce nolmuş ki?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...