11/30/2010

singing my life!

düz bir çizgi çektim. dümdüz. üstünden gidiyorum. çizgi düz ama düz olması beni doğru yere götürdüğünü göstermiyor. hatta bir yere gittiğini de göstermiyor.

kapalı kalma ihtiyacım var. böyle bir sendrom var mı? hani huzursuz bacak sendromu gibi bişi olabilir mi bu; "kapalı kalmak isteme sendromu"!

nasıl yani kapalı kalma, kendini çok açtığını farkettiğinde hemen geri adım atıp uzaklaşma, tüm gizli kalması umulan/ gizli tutulduğu sanılan(?) ayrıntıların,özelliklerin anlaşıldığını düşünme, bir yandan anlaşılmak istenme, bir yandan kapalı kalma.. işte böle bişi...

bir elin parmakları böyle hissedilmeyen kişiler. onların yanında huzur. güven. olabildiğince dengelenmiş olmak. uykuya güzel dalmak, sabaha gülümseyip uyanmak.



balıkların en güzeli.

11/28/2010

haydarpaşa hüznü...

şimdi tüm bu güzellikler eskide mi kaldı?!

11/27/2010

lady's contemporary istanbul

benim gidebilme şansım oldu.. 
belki siz de çok istediniz de gidemediniz..
bunlar bendenizin gözüne takılanlar..
bakalım sevecek misiniz!


Andreas Lutherer

Andreas Lutherer- Walking Istanbul



Michael Wolf - Transparent City

Ebru Döşekçi - Aşkın Yolu Bir

Kemal Turan

Ekstramücadele

Ebru Döşekçi - Dönüm

Hans Scheib - Pretty One

Valker Marz


Hanefi Yeter - I see you

Yıldız Şermet

Bedri Baykam



Gül Erali



Gönül Nukoğlu


Pınar Yeşilada- Öncesiz Sonrasız



11/26/2010

u'd better knock on wood!

hoşgelmişiniiiz efeniiiim,
nasılsınız inşallah? mekanımız sanırım bu gece geç saate kadar açık! malum bugün uykuya doydu lady'niz!


bugün izin verdim kendime.. herşeyi bir kenara kaldırdım uuu duyan da rest çektin sanar lady'm! uyandıktan sonra toparlanıp güzel bir kahvaltı için attım kendimi dışarı! buyrun kahvaltı arkadaşımın fotoğrafı! :)


çok ciddiyim, çantamın içine bile girdi :)) bol bol gülümsetti beni, sanırım benim onunla konuşmalarımı izleyenleri de :) hem sırnaştı hem poz kesti!

yolum var galiba... ne dersiniz?


son birşey daha vardı... diyorum ki, dalda 5 kuş var, birini vursam vurmam o ayrııı :p kaç tane kalır? :)





öpüldünüz!

11/25/2010

11/24/2010

öznemsin/özlemsin

ben bilmiyorum bu nasıl anlatılır.. neresinden tutulur da nereye konulur... demiştim sanki daha önce şöyle bir hapşırsam, bir tıksırsam içimen çıkacak gibi.. ama hapşırık yok..

niye puslu herşey? bir elimde dün bir elimde yarın..

direnç göster dur. sonra nolsun. en uzun ne kadardı? 3 gün mü. belki. olumlu bir yorum bu biliyorsun sen de. bilinen bir terane. hatada telafi gerekli -değil mi?

o şarkı mıydı gözlerimi dolduran ki? yok bu değildi. buydu.
(kendimden) emin olmadıkça sen benim olamazsın ki asla.

saat kaçtı o zaman hatırlıyor musun? mevsim kış mıydı yaz mıydı?
hep yanımda olmak istersen..

ama galiba o fotoğraftakinden 10 saat falan önceydi. ben uzun uzun ağlamıştım yanında. odayı biliyordum. görmüştüm daha önce. hem de uzaktaydım gördüğümde. yanında bile değildim. özlediğini söylemiştin. bebek yanaklarımı söylemiştin. sen öyle demiştin. bebeğim demiştin.

sakladığın şey beni üzer mi?

20dört

yüzyılın en soğuk kışı geliyormuş. bu kış ikimiz hep beraber uyuyalım olur mu?

11/23/2010

ϟ҂₰ϟ҂₰ϟ

bak yine gök gürlemeye başladı..
:/

11/22/2010

öykü: tarçın kokusu / ipek nil*



Önce sofrayı hazırlamalıydı. Bu hayatının en önemli günüydü  hayatımın en önemli günü ne acaba? galiba düşünmemişim bunu, kötü anlamda biliyorum da iyi anlamda?.. sofra da ona göre olmalıydı. Sarı toz bezi ile masanın tozunu aldı. Çekmeceden beyaz masa örtüsünü çıkardı. Masanın üstüne serdi. Ütü izlerinin doğru yerlere gelmesine dikkat etti. Sonra camlı dolaptan tabaklarını çıkardı. annemin sarı fincanları var geçen gittiğimde annemden istedim onları. boş boş baktı bana "ne yapacaksın o eski püskü şeyleri dermişçesine! Kaç tabak olması gerektiğini bilmiyordu. Sevdiği kaç insan varsa o kadar tabak koyacaktı. Kaç kişiyi seviyordu? İki elin parmakları kadar değil, bir elin parmaklarından biraz fazla belki. Altı, yedi, sekiz? Bu bir şölen sofrası olacaktı. Daha kalabalık olmalıydı. Eskiden sevdiği ama artık yaşamayanlar için de birer tabak koysa mıydı? Belki sevdiğini henüz bilmediği insanlar da vardı. Sevip, sevdiğini unuttuklarını da eklerse eklemeyebilir belki onları, kimbilir? sofra kalabalıklaşacaktı. Tabakları yerleştirdi. Şarap bardaklarını, su bardaklarını, beyaz kolalı peçetelerini, gümüş çatal bıçakları, küçük cam tuzlukları da özenle yerlerine koydu. Sofra hazır sayılırdı. Pencerenin önündeki koltuğa oturup bir sigara yaktı ve doğmak üzere olan güneşi beklemeye başladı. Sabahları sevmezdi ama bu çok önemli günde bazı şeyler farklı olmalıydı. Bir yandan da yemekleri düşünmeye başladı. Her sevdiğine en sevdiği yemek. Bir tarafta ıstakozlar haşlanırken diğer tarafta tavuklar, tavşanlar hazırlanacaktı. Balıklar temizlenirken et çoktan pişmeye başlamış olmalıydı. Kerevizler, havuçlar, pancarlar, soğanlar, soyulacak doğranacak. Ispanaklar, pazılar, maydanozlar, salatalar yıkanacak. Mantarlar temizlenecek. Patatesler soyulup doğranacak. Hamur yoğrulurken fırındaki et ihmal edilmeyecek. Mayonez de dikkat ister. Tatlılar için şeftaliler, elmalar soyulup, erikler doğranacak, limon kabukları rendelenecek, yeni hamurlar yoğrulup kremalar hazırlanacak. Pişen yemeklerin kokusuna vanilya kokusu karışacak. Koku deyince burnuna fırında kızaran kazın kokusu gelir gibi oldu. Patatesleri kazın yağında kızartmalıydı. Çilekler yıkanmış mıydı? hmmmm!
Biraz uyuklamıştı galiba. O arada güneş doğmuştu ve görememişti “büyük bir kayıp” değildi. Ne çok şeyi beklemişti ve göremeyip kaçırmıştı bugüne kadar. hangimizin başına gelmedi ki bu?
Sofrada güzel ekmekler olmalıydı. Taze ve çeşitli ve mis gibi kokan. ben hep babamı düşünürüm mis gibi emek kokusu denince; biz küçükken "peksimet ekmeği" vardı, o erkenden fırına gider alırdı bizim için.. uyandığımızda mis gibi kokan ekmeklerinden yerdik! Sürahilere şekerliymişçesine tatlı sular dolduracaktı. Şaraplar kadife gibi yumuşak... İlk yudum içenleri kaşmir bir şal gibi saracaktı. Arkalarına yaslanıp bir an için gözlerini kapayacaklardı.
Kapı çaldığında gelenleri tarçın kokusu karşılayacaktı. Kapı ne zaman çalacaktı? Tarçın kokusu hazır olmalıydı. Ardından sırayla diğer kokular gelecekti ve herkes sadece en sevdiği yemeğin kokusunu duyacaktı. Tarçın kokusu anlık bir şaşırtmacadan başka bir şey değildi aslında. Şaşırtmayı seviyordu. Hepsi gelir miydi acaba? Bugünün “önemli gün” olduğunu bilirler miydi? Bugün sevildiklerini öğreneceklerdi.
Ne zaman çalacaktı kapı? Çalacak mıydı?
Üşüyordu. Denizden tuz kokulu serin bir rüzgâr esiyordu. Simsiyah gökyüzünden yıldızlar yağıyordu. Uzandığı tahta şezlong sert ve rahatsızdı. Şalına sarındı.
Gökyüzüne baktı. Sanki içi yıldız dolu bir balon patlamış gibiydi. Pırıl pırıl ama sivri, keskin uçlu. Can acıtan. Onlar mıydı bu kadar canını acıtan? Gözlerini yakan denizin tuzu gibi? Çakıllara küçük dalgalar vuruyordu. Rüzgâr serin değil soğuktu. Buz gibi. Yaklaşan ayak seslerini duydu. Sevdiği adamın ayak seslerine benziyordu. O muydu? Çakılın üstünde hafifçe yürüyen, ona topladığı deniz taşlarını getiren.
Adam ve kadın çakılların üstünde yürüyorlardı. Kadın yere bakıyordu, çakılların arasında güneşte parıldayan yeşil şişe parçalarına, deniz kabuklarına, sivri uçlu kırık yıldızlara. “Ne kadar güzel, parlak bir gün” dedi. “Sahil kışın ne kadar boş. Hiç kimse yok. Tek bir kişi bile. Yazdan kalma tahta bir şezlong bile yok. Çok garip, havada tarçın kokusu var.”   ..çok garip, havada o'nun kokusu var!

*by ipek nil
kitap-lık
Sayı: 139 / Haziran 2010

11/19/2010

on9on1

gün güzel başlar..

hamsi bol bugün..


olmasa diyorum..

ışıltı gözlerimi aldı..


gün bitti şimdi güneş batar..


illaki güneş..

burası gökyüzü mü deniz mi bilemedim..



ve gece..



bulutlar arasından ışıldayan ay..


gökyüzü ona ait sanki..


daha önce nolmuş ki?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...