...buralardayım aslında ama okumakla geçiyor günler.. yazmaya meyledemiyorum bir türlü.. arada (üzerinize afiyet) bir tatil daha yaptı ladyniz. dolayısıyla huzuru keyfi yerinde gayet. önümüzdeki hafta da bayram seyran derken fena bir süreç olmayacak! hatta daha son tatil fotoğraflarını aktarıp (popomu yere koyup) sizle paylaşamadım bile.. (çok foto yok gerçi ama olsun biraz renk yine de!)
(tatillerine) gidenler yavaş yavaş geri gelmeye başladı.. sevdiğim sayfalar renklenmeye başladı; pıtır pıtır dökülüyor rengarenk fotoğraflar! aslında bazen düşünüyorum bu sayfalardaki gizem olmasa herkes (o rengarenk günlerdeki dahil oldukları rengarenk fotoğraflarını da) rahat rahat eklese.. mesela Çello azıcık şarjım vardı çok çekemedim dediği o sıcacık fotoğraflarda gülümsemesini paylaşsa! ....hani mesela diyorum :) (ama ben de yap-a-mıyorum o ayrıı :p)
bööle durumlar burda.. orda da keyifler yerinde umarım!
öpüldünüz..
......
bi de sizinle de paylaşim istedim aşağıdaki yazıyı..
biz kadınlar..
Kadınların Psikolojik Sorunları
Ayşegül Yaraman
SOSYOLOJİK TESPİT, PSİKOLOJİK TEŞHİS, SOSYAL PSİKOLOJİK TEDAVİ
Sosyolojik Tespit: Ataerkil toplumsallaşma ve kadınlar:
Kuşkusuz, rahim kanseri gibi yalnızca kadına özgü psikolojik hastalıklar/şikâyetler yoktur. Ancak Simone de Beauvoir’ın 1949’da tespit ettiği üzere “kadın doğulmaz; kadın olunur” gerçeğinin yarattığı sorunlar cinsiyetlere göre farklılaşmaktadır. Konulan isim, giysilerin rengi ve seçilen oyuncaklarla görünür halde olan bir cinsiyetçi farklılık içinde davranılır doğumundan itibaren kişiye. Ne yapıp ne yapmaması gerektiğini, yani içinde bulunduğu toplumun normlarını öğrenir insan toplumsallaşma sürecinde. Hatta, davranışçı ekole göre kişilik yalnızca bu toplumsal öğrenmeye dayanır. Bu bağlamda biyolojik farktan çıkarak cinsiyet rolleri öğrenilir.[1] Kadın pasif, uyumlu, anaç olmayı öğrenir örneğin; toplum da kadın davranışlarını mevcut normlara göre yorumlamayı. Bir çok psikiyatrik semptom da geleneksel kadın rol ve davranışlarının abartısı çerçevesinde kavramlaştırılmıştır. Histerik, borderline kişilik yapısı, disosiyatif bozukluklar, somatizasyon, depresyon, adet dönemi sorunları, agorafobi teşhisleri bu bağlamda değerlendirilebilir.
Son yıllarda, yalnızca dünyada değil Türkiye’de de kadınlar eğitim ve çalışma alanında giderek artan oranlarda yer almaya başladılar. Diğer bir deyişle geleneksel toplumda asli görevleri olarak kabul edilen ev içi rollerden kamusal alana doğru açıldılar. Ancak eşlik ve annelik gibi aile içi rollerin temel sorumlusu olma durumları, ev dışındaki yeni yükümlülüklerine rağmen hala sürüyor. Kadının çalışması, özellikle ekonomik zorluklar söz konusu ise, neredeyse her toplumsal sınıfta meşruiyet kazandı. Oysa, eğitimli ve çalışan kadının eşi olarak erkek, kadın ev dışı sorumlulukları onunla paylaştığı halde, ev içindeki işleri onunla paylaşmıyor. Hatta ev içindeki işlerde kadına sadece yardım bile etse bu övülen bir davranış olarak karşılanıyor. Kısacası, modern yaşam kadına özgürlükle birlikte çifte sömürü getiriyor.
Diğer taraftan, toplumun modernleşmesine karşın 16-24 yaş arası kızların/kadınların %60’ı evde oturmayı sürdürüyor. Kuşkusuz bu oranın içinde eğitim alan da var almayan da.
Öte yandan, tüm dünyada kadınların rol ve statüleri erkeğe göre belirleniyor hâlâ. Diğer bir deyişle, modernleşme ataerkil toplum yapısını aşmadı. Erkek gibi kadın deyişi bir övgü iken, kibarca söylersek kadın gibi erkek bir sövgü niteliği taşıyor. Kadının ikinci cinsliği sürüyor.
Psikolojik Teşhis: Kadınların Öncelikli Şikâyetleri
Tarihin bu aşamasında, yukarıda zikredilen bağlamda kadınların psikolojik sorunları erkeklerden farklılık arzediyor.[2] Psikolog/psikiyatr muayenehanelerinin danışanlarının çoğu kadınlardan oluşuyor.[3]
Kadınlar erkeklerden iki kat fazla oranda, kızlar ise oğlanlardan sekiz kat fazla oranda depresyon geçiriyorlar. Kadınların yeme bozukluğu yaşama durumu ise erkeklerin dokuz misli. Anksiyete şikâyeti ise kadınlarda erkeklerden iki-üç kat daha çok. Bir travma sonrasında kronik stres bozukluğuna yakalanma olasılığı ise, kadınlarda erkeklerin iki katı. Kızlar oğlanların iki buçuk katı fazla sayıda çocuklukta cinsel istismara uğruyor. [4] Kadınların aile içi şiddete, açıklansın ya da açıklanmasın çok yaygın olarak maruz kaldığı ise bilinen gerçek. Türkiye’de eşi tarafından fiziksel şiddete uğrayan kadınların oranı %51. Yüksek öğrenim görmüş kadınların %11.8’i en az bir kez eşinden dayak yediğini bildiriyor. Yüksek öğrenim görmüş erkeklerin ise %17.8’i en az bir kez eşine şiddet uygulamış.[5]
Doğum kontrolü yaygınlaşsa ve kadının kendi vücuduyla ilgili karar alması yaygınlaşsa da, annelik kadının birincil kimliği olmayı sürdürüyor. Örneğin Türkiye’nin toplumsal yapısı evlilik dışı çocuk sahibi olmayı da onaylamadığı için, kadınlar, zamana karşı yarışır bir hırsla evlenip çocuk sahibi olma baskısı altında yaşıyorlar. Bu süreçte bireysel tutumdan çok toplumsal öğrenme etkili oluyor. Gebelik süresinde ilgi odağı haline gelen kadın, doğum sonrasında depresyon yaşıyor. %10-15 oranındaki anne, özellikle sosyal ve ekonomik destekten yoksunsalar aşırı üzüntü, yorgunluk, bebeğe ve hayata ilgisizlik, değersizlik tezahürüyle özetlenebilecek bu psikolojik soruna maruz kalıyorlar. Kimi iddialara göre, bilinçli ya da bilinçsizce gebe olunmadığının bir göstergesi olarak yaşandığından sıkıntılara yol açan adet dönemi[6]; çocuk sahibi olma kapasitesinin yitirilişi olarak nitelendiği için menopoz da, depresyon, alınganlık, duygusal iniş çıkışlar gibi şikâyetlere neden olabiliyor. Özellikle çocuksuz kadınlar menopoza yaklaştıkça toplumsal baskının neden olduğu psikolojik sorunlardan şikâyet edebiliyorlar.
Kadınlar kendilerinden daha büyük erkeklerle evlenme eğiliminde oldukları için, yaşlı yalnız nüfusun içinde eşinin ölümü ve kendi akranı bir erkeğin de daha genç kadınlara yönelmesi nedeniyle kadın oranı daha yüksek. Yalnızlıkla artan ekonomik kısıtlık ve sağlık sorunları ise yaşlı kadınlarda psikolojik sorunlara yol açıyor. Yaşlı kadınlarda bu nedenlerle sıklıkla görülen depresyon, klasik görüntüsünün dışında bir durum arz eder. Anksiyete, konfüzyon, yorgunluk, halsizlik ve fiziksel şikâyetlerde artma başlıca semptomlardır.
Kadınların erkeklerden, genellikle daha az sağlık sorunları yaşadığı bilinir; ancak kronik hastalıklar (fibromiyalji, artrit, kansızlık, migren, tiroid salgısı bozuklukları, kronik yorgunluk, üriner sistem hastalıkları) kadınlarda daha yaygındır ve onların yaşam kalitesini bozduğu için psikolojik sorun yaratma olasılığı taşır.
Sosyal Psikolojik Tedavi: Bireyselden Toplumsala Cinsiyetçiliğe Karşı Mücadele
Yakın tarihlere kadar psikoloji, etnik kimlik, sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet gibi kültürel farklılıkları dikkate almayıp, genellemelerle hareket ettiği için eleştiriliyordu. Kadın psikolojisi bağlamında da erkek egemen tanım, değerlendirme ve yönlendirmeler kullanılıyordu. Oysa psikologların cinsiyetçi toplumsallaşmayı ve gerek kadınların sorunlarının gerek kendi bakış açılarının bu öğrenmeye göre biçimlendiğini deşifre etmeleri gerekir.
Daha önce de belirttiğim gibi, cinsiyet rollerinin ataerkil toplum içinde öğrenilmesi yalnızca erkek ve kadın arasındaki farklılaşmayı getirmekle kalmamakta, aynı zamanda erkek lehine bir değerler hiyerarşisinin oluşmasına neden olmaktadır. Toplumda ve ilişkilerdeki iktidarın erkeğe aidiyeti söz konusudur. Örneğin eğitimde kadın lehine birçok gelişmeler kaydedilmiştir.
Tüm okulların kapıları yasal olarak kadınlara açıktır; ancak hala kız çocukların okullaşma oranı oğlan çocuklardan düşüktür. Meslek seçiminde erkek ve kadın meslekleri doğmuş, kadınların yoğun bulunduğu mesleklerin maddi ve manevi değeri düşmüştür. Dünya genelinde kadınlar erkeklerden daha az kazanmaktadır. Kadınların yükselme ve karar mekanizmalarında yer alma olasılıkları erkeklerden daha düşüktür. İş yerlerinde kadınlara uygulanan psikolojik ve cinsel taciz yaygındır.
Aile içinde kadın ve erkek arasındaki asimetri yaygındır; ev içi rollerinin temel sorumlusu, çalışsa bile kadındır. Ev içinde makineleşme veya bir başka kadından ücretli destek alma söz konusu olduğunda dahi, işlerin ve çocukların düşünsel yükü kadınların üzerindedir.[7] Bu eşitsiz ortamda, aile içi her türlü şiddetin mağduru da kadındır.
Depresyon, vücut algısında bozukluk, yeme bozukluğu ve bağımlılık gibi sorunlar da kadının ataerkil toplumdaki güçsüzlüğü/iktidarsızlığıyla ilişkilendirilmek durumundadır.
Öte yandan ilişkiler, kadınların ekonomik bağımsızlığıyla kırılgan hale gelmiştir. Kadının eğitim ve çalışma hayatında erkekle “eşitliği”, erkeğin egemenliğini fütursuzca sergilemesine engeldir. Ev içinde sürekli iktidar çatışması huzursuzluğa yol açmakta; farklıların birbirini tamamlaması değil, rekabeti söz konusu olmaktadır. Bu durum bir yandan boşanmaların artmasını doğurmakta, bir yandan da kadınların aldatılmasının ya da şiddete maruz kalmasının meşrutiyetini sağlamaktadır. Zira geleneksel beklentiye göre, erkek evde “huzur” aramaktadır; ona ezilmeyi kabul etmeyen kadın ise “huzur”u bozmaktadır.
İlişkilerdeki hayal kırıklığı kadınları yalnızlığa itmekte; ancak çocuk söz konusu olduğunda, bir boşanma gerçekleşmişse, onun sorumluluğunu genellikle üzerlerine almaktadırlar.
Bu durumda psikoloğun ilk görevi, yukarıdaki sorunlardan biriyle karşısına gelen kadına, ataerkil toplumda bu sorunların sistemden kaynaklandığını ve kişisel olmadığını göstermektir. Kadınların, ataerkil norm dışı davranışlara özendirilmesi gerekir; bunun için her şeyden önce kendilerini de belirleyen ataerkil değerlere yönelik farkındalık geliştirilmelidir. Ancak farkındalık, sorunları daha da artıracaktır. Farkında olup mücadele etmek, değiştirmek ve bu süreçten olumsuz etkilenmemek psikoloğun sağlayacağı destekle mümkündür. Yapılan bir ameliyattır ve kendi kendine gerçekleştirilmesinin komplikasyonları ağır olma riski taşır. Ancak destek sürecinde psikoloğun da, ataerkil koşullanmışlıklarını sürekli bilince çıkartması gerekir.
Kuşkusuz sorunların kökten çözümü bireysel farkındalığın ötesindedir. Cinsiyetçiliğin ve ona bağlı psikolojik sorunların bireysel olarak farkına varmak ve bireysel çevreyi dönüştürmeye çalışmak ataerkil sistemle mücadelenin ilk adımıdır. Ancak aslolan cinsiyetçi ideolojiyi tümden ortadan kaldıracak faaliyetlerdir.
-------------------------------------------------------------------------------
[1] Cinsiyete göre toplumsallaşmanın insan hakları ve demokrasiyle bağdaşmayan sonucu cinsiyetçi hiyerarşidir. Cinsiyetçi hiyerarşi, kadın ve erkeğin farklılığından yola çıkar; bu farklılığa bağlı bir toplumsallaşma gelişir; kadın ve erkek yalnızca biyolojik değil sosyolojik olarak da farklılaştığında, bu farklılaşmanın tamamlayıcılığı değil, erkek ve erkeğe ait olanın üstünlüğü dayatılır. Dolayısıyla sakınca cinsiyetler arasında yaratılmış olan farklılığın ötesinde, bu farklılığa dayandırılan erkek egemenliğinde, kadının ikinci cinsliğindedir.
[2] Ataerkil sistemde öğrenilmiş de olsa, ataerkil sistemden de kaynaklansa, ataerkil sistemin algısına da dayansa (ki bu kanaat girişte vurgulanmıştır.) mevcut psikolojik şikâyetlerdir özetlenmeye çalışılan.
[3] Kadınların somut şikayetleri büyük oranda erkekler iken, daha seyrek olarak psikolojik desteğe baş vuran erkeklerin bildirdikler öncelikli sorun işleri olarak sunuluyor.[4] “Guidelines For Psychological Practice With Girls And Women”, American Psychologist, December 2007, V.:62, No.:9, s.949, 953, 956.
[5] A.Altınay,Y.Arat; Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, Punto Baskı, İstanbul, 2007.
[6] Adet kanaması öyle bir suçluluk durumudur ki bu Türk diline yansımıştır. Adet dönemindeki kadınlar, durumlarını “Hastayım” diye açıklarlar. Oysa jinekolojik açıdan, aslında adet görmeyen kadın “hastadır”; tabii gebe veya menopozda değilse.
[7] Telefon kullanımının saat 17.00’da yoğunlaşması üzerine, Fransa’da gerçekleştirilen bir araştırma, çalışan kadınların o saatte okuldan dönen çocuklarını aramalarının bu yoğunluğa neden olduğunu göstermiştir. Çalışsalar dahi kadınların aklı birinci sorumlulukları olan çocuklarındadır ve bu durum pek tabii ki işe konsantrasyonu ve dolayısıyla iş performansını olumsuz etkileyebilmektedir.
Ayşegül Yaraman Pazar, 16 Mayıs 2010 tarihinden beri altZine'dedir. (http://www.altzine.net/altdusunce/50-deneme/398-kadinlarin-psikolojik-sorunlari)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder