2/20/2010

take a walk on the wild side!

kimler evde bu akşam benle beraber? ..daldan dala atlıyorum bu günlerde. aklım bir karış havada. yok öle aşktan diil.. (fena olmazdı hani!)

ama var karıştırcak bişiler; aşk mı tutku mu ne bilmiyorum, kurcalamıyorum.. hem biliyoruz hepimiz (en azından ben biliyorum) onlarsız olamayacağını!
...
bundan sanırım bir sene önce falan elime farklı bir dergi geçmişti: "psikeart". ilk inceleğimde hoşuma gitmişti. bildiğim kadarıyla (nacizane yorumum bu tabi benim) editörlüğünü psikiyatri alanında oldukça iyi bir hoca yapıyor. neyse. bu dergi her sayısında farklı bir konuyu işliyor. orjinal, pek çok hem de! saklanıp geri dönüp dönüp okunacak cinsten! ...

ne diyordum; aşk mı tutku mu kıskançlık mı? bu sorular cins sorular! ne yanıtını bulabilirsiniz, ne peşini bırakırsınız ne de sizi çıkardığı yollar içinize siner, su serper! duygu asena'nın bir yazısı var derginin bir sayısında. buyrun ordan devam edelim sonra da  derin düşüncelere devam edelim piazzolla eşliğinde...

....
tutku ise, aşkın çekirdeği, olmazsa olmazı. sanki o sevgi, o özlem, o unutulmaz kucaklaşmalar ve sevişmeler hep aynı kalacak, hiç bitmeyecek, insan bu sonsuzluğa inanıyor. aşkın sonsuzluğuna inandığı için ise aşkın kabullenemeyeceği hataları yapıyor. kendini bırakıyor hayatın gidişine. oysa aşk, o iki kişiden bağımsız bir yaratık gibi. naif ve sevecen de değil üstelik. bencil, nankör, kırıcı, yıkıcı ve zaman zaman kötü kalpli. monotonluğa ve kendini bırakışa ise hiç dayanmıyor.

incinmeye hiç gelmiyor. kurallarını koymuş. bunlara uyulmazsa çekip gidiyor. giderken haber bile vermiyor. işte o genç yaşayanlar, yani hayat cesurları, herşeye rağmen aşkın peşinden gidiyor. aşkın içindeki huzursuzluğu, kırıcılığı bilseler, bir gün mutlaka gideceğini anlasalar bile, ne kadar sürerse sürsün, o heyecanı, o özlemi, o coşkuyu, o şehveti hep yaşamak istiyorlar. bir gün mutlaka, bitmeyen aşkı bulacağım, diyerek huzurdan kaçıyorlar. belki de aşkları hep sürüyor onların, karşısındaki gitse de... içlernde yaşattıkları ve özledikleri aşkı bir başkasına yöneltiveriyorlar. en azından "gibi yapıyorlar." aşkmış gibi, aşıkmış gibi... ama aşk bunu da anlıyor.


aşk, bir sevgi, bir huzur kaynağı değil. aşk, "aşkım bitse de sevgiye dönüştü" tanımını kabul etmiyor, kendine hakaret sayıyor. "salt sevgi yetmez bana, başka şeyler de olacak. yanılacaksın göremeyeceksin, kendini kandıracaksın, kaptıracaksın, kıskanacaksın, özleyeceksin, üzüleceksin, öyle gözünü kapatıp huzur içinde uyumalar" yok diyor.

onunla savaşıyorsun kendin bile farketmeden. "hayır, gözümü kör etmeyeceğim, mantıklı olacağım" diyorsun.

şu zamana dek aşkla savaşıp ta kazanmış bir kişi görülmemiştir...

aşk kazandığında, tutku zehrini içine akıtmış oluyor. işte o zaman esaret başlıyor., mantık yok oluyor. artık "normal dışı" sınıfına giriyorsun. algıları körelmiş, sağlıksız, acı çeken, belki de zavallı bir tutsak. aşk tutkusunu içine atınca, sen kaybediyorsun, aşk kazanıyor; aşk, sevgili olup sana gülüyor, "sen kaybettin, çünkü aşık oldun".

insanlar aşklarını teraziye koyup ölçebilselerdi, ne acılar, ne düş kırıklıkları yaşanırdı kim bilir? aşk özgürdür, kurala gelmiyor. aşta eşitlik olmuyor. eşitliğin olmadığı yerde ise acı çoğalıyor.

aşk... acı bize... sana razıyız ama hiç olmazsa tutkunu tek tarafa aktarma... yazıktır o insana.. .......
.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

daha önce nolmuş ki?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...