10/31/2009

datça masalı vol 1

datça. datça tam anlamıyla masaldı bizim için: ben ve çok sevgili mjuanam.
yaz başlarında beraber bir tatil yapalım cümlesiyle başladık planlarımıza. uzun süre nerde kalsak derdiyle kıvrandık durduk. hem çok para vermeyelim istiyoruz hem güzel bir yer olsun. ikisi birden zor. ben sanırım mjuanama göre daha zor beğeniyorum. sürekli diken üstündeyim "nasıl bir yer aman allahım bunalır mıyız", "çok mu salaş bir yer çıkar karşımıza" diye. neyse uzun sayılabilecek çabalardan (birkaç ta gelgitten) sonra karar verdik: "melindapansiyon".



Huzur dolu bir sahile bakıyor melinda pansiyon. ovabükünde. etrafta rahatsız edebilecek gürültü yok. kalabalık yok. tercih edilen bir bük kaldığımız yer. hatta orda yaşayan mr.y'den aldığımız bilgiye göre müşfik kenter yan evlerden birinde geçiriyormuş yazı. bir karşılaşma tanışma şerefine erişemedik ama manevi olarak iyi geldi ikimize de :) kaldığımız pansiyoda eskilerden bir tiyatro oyuncusu da var. oldukça sempatik bir ortam.


Datçayla ilgili planlarımız var tabi: görülmesi gereken yerler. Ama acele etmiyoruz ilk gün kaldığımız yerde zaman geçiriyoruz; sesizlik ve huzur diz boyu. masala başlıyoruz o gun ovabükünden hiç uzaklaşmadan daha..

 
İkinci gün herhalde en güzel gün: eski datçayı keşfe çıkıyoruz. ilk tanıştığımız kişi "kezban".eski datçanın aşık kadını. biraz hüzünlü biraz keyifli biraz mutlu biraz tereddütlü bir bakışı var kezbanın. kavuşamamışlar "caner" ile. caner kendini içkiye vermiş. kezban'ı dinledik biraz. biraz caner'e birasında eşlik ettik, sohbet ettik. avutabildiysek onları az da olsa ne mutlu bize. bize iyi geldi aşklarına tanıklık etmek.





Onların yanından ayrıldık eski datça sokaklarını keşfe çıktık. anlatılmaz ki.. belki birkaç fotoğraf sözcüklerin yerini doldurur. denemeye değer.












yemek zamanı geldi. muhteşem bir taze fasulye yedik eski datcada kahve sohbet derken gitme zamanı geldi. ayaklarımız geri geri gitse bile verdik kendimizi yollara. taa aşağı kadar yürüdük. tam o anda iki prens durdu önümüzde. dağları tepeleri aşıp bizi pansiyonumuza bırakmayı önerdiler. ben birinin arkasına oturdum, mjuana diğerinin. saçlarımız rüzgardan savrula savrula düştük yollara. ben korktum bir an şapkam uçar gider diye. şanslı günümdeydim sanırım korktuğum başıma gelmedi.. ovabüküne geldiğimizde güzel bir balık menüsü bekliyordu bizi. sohbet sabaha dek sürdü gitti. mjuana az daha camdan ayakkabısını dalgalara kaptırıyordu gece bir ara. ama ay ışığının yansımasıyla bulmak kolay oldu. sabah serininde hemen uyandık. üçüncü güne hazırlanmamız gerekiyordu. farkında olmasak bile çok önemli bir gün bizi(beni) bekliyordu. uzak ülkelerin prenslerini yolcu ettik. pansiyonumuza döndük.

masal bu ya, her geçen tekneye el sallamak oyunumuzun kuralıydı. olur beni görür o da el sallar diye. iyi de yapmışız. o da beni çok özlemiş olacak ki seyahat ettikleri tekneyle geldiler beni görmeye. çok özleşmişiz. kocaman beyaz fötr şapkasıyla karşıladı beni. bu kavuşmayı, mutluğu anlatmam imkansız. fotoğraflar bile yetmez herhalde. gözlerimdeki ışıltıyı yakalamaya çalıştı mjuanam ama gözlerini aldı. fotoğrafımı çekemedi. mutluluğumla başbaşa bıraktı beni.

öyle güzeldi ki sanırım ben tam da o anda kaldım.




2 yorum:

daha önce nolmuş ki?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...